20 Ekim 2010

Elveda Kıvırcık Adam: Frank Rijkaard

2009 sezonu sonunda Bülent Korkmaz’ın ayrılacağını hepimiz geldiği gün biliyorduk. Önceki sezonda yönetim yaptıkları transferlerle bizlere umut veriyordu, yeni Galatasaray’ın temellerini 2008’de atmaya başladığımızı düşünüyorduk.

Ortadaki isimler herkesi heyecanlandırıyordu. G.Houllier gelirse ve Lyon ve özellikle L’Pool’daki oluşumu bizim içinde gerçekleştirebileceğini düşünüyorduk. Schuster’i ve daha nicesini değerlendiriyorken şapkadan tavşanı çıkartmıştı yine yönetim, hem de öyle böyle bir tavşan değil, Barça’nın belki de son 20 yıldaki en başarılı 2 döneminden birinin hakimi Frank Rijkaard’ı getirmiştik İstanbul’a.

19 Ekim 2010

Peki Ya Taraftar?


İçinde bulunduğumuz bu sıkıntılı günlerde TV, basın, internet siteleri ve bloglarda takımın bu durumda olmasının sorumluları tartışılıyor. Rijkaard, yönetim ve futbolcular bu mecralarda hatalarıyla beraber sıralanıyorlar. Tabii ki biz de bu konuyla ilgili bir değerlendirme yapacağız ama benim bu yazıda değinmek istediğim konu başlıkta da görüldüğü gibi taraftar odaklı. Takımın kötü gidişatını taraftara mal etmek gibi bir dengesizlik yapmayacağım ama düşünmemiz gereken en önemli noktalardan biri de özellikle taraftar üzerine düşen görevi ne kadarıyla yerine getirebiliyor.

17 Ekim 2010

GÖKSENİN KÖKSAL

Genç Erkekler GS-fb maçı;
Oyuncumuzun istatislikleri:38 sayı, 16 ribaund, 5 asist...
Doğal olarak maça damgasını vuran isim!!!!



İki senedir Basketbol Takımımızın Altyapısı'nda bu isim konuşuluyor. Göksenin Köksal. Gerçekten bir yıldız aday adayıydı. Bugünkü Erdemir maçını izledikten sonra yıldız adaylığına terfi ettiğini rahatça söyleyebilirim. Kendisi daha 19 yaşında olmasına rağmen, Euroleageu seviyesinin bile üstünde fiziği(1.95m boy ve hiç abartıyorum M.Jordan 19 yaşındayken o kadar fizikli değildi,inşallah Göksenin de kendisini geliştirir), oyunu bir oyun kurucu gibi süzmesi(altyapıda 1-2-3 pozisyonlarına oynamış olmasının avantajı), akıllı ve dirençli savunması, oyuncumuzun yatsınmaycak iyi yönleridir. En önemli özelliği ise winner olması. Bu özellikleri ile Milli Takım'a bu sene seçileceği kanattindeyim. Hiç mi eksiği tabiki var. Şu anlık en büyük zaafı dış atışları olarak gözüküyor. Bu eksiğini de Oktay Mahmudi ve takım arkadaşları Haluk ve Rochestie ile çalışarak gidereceği kanaatindeyim. Bir de maçlara süre alarak kendine güvenini iyice kazanacaktır. Yıllar sonra Kerem Tunçeri'nin ardından altyapıdan bir yıldız çıkartıyoruz. Hadi hayırlısı.



Not:Sarı Kırmızı ayakkabalar cuk oturmuş.

10 Ekim 2010

Alt Yapı ve Scouting

                                        

Sayın Adnan Polat her yerde açıklama yapıyor. Stadı bitiriyoruz, kulübü mali borçtan kurtarıyoruz, hocamız dünya çapında, transferlerimiz tam isabet, scoting ekibi kuruyoruz,altyapıyı geliştiriyoruz. En sonda söylediğini en başta yapsa idi, 3 senedir altyapıdan 3 oyuncu A takıma çıkıp(Barış ve Musatafa Sarp'ın yerine), doğru düzgün scout ekibi olup, Volkan Şen ve Sercan'ı iki sene önce almış olsa idi, şu anda stat bitmiş(Bir kere Şampiyonlar Ligi'ne girse idik elimizde fazladan 20 milyon $ olucaktı ve bunu rahatca stadın yapımına harcardık) , takımın sportif olarak başarılı ve taraftarda mutlu olurdu. Çok zaman kaybettik ama çözüm için ne yapılmalı? Çok basit Ajax ve Lyon iyi incelenip, bu modeller takımımıza uygulanmalıdır.

6 Ekim 2010

Futbolda Kötü Zemin

Yıllardır Türk futbolundaki sorundur stadyumların zemini. Belirli periyotlarda yenileniyordur elbet fakat hiç bir zaman çimlerimiz de çok iyi dediğimi hatırlamıyorum ben.


Şehirler 4 mevsimi bolca yaşıyor, yağmuru, karı, güneşi gören çimlerin bozulması futbol oynamayı güçleştirdiği gibi sakaklıklara da yol açıyor. Bucaspor'un sahasının ne halde olduğunu canlı yayında gördük. Topa vurunca, Bilica'nın açtığı çukur gibi çukurlar oluşur çimlerizde, futbolcuların ayağı takılır sakatlanır. Hakan Şükür'ün sakatlandığını hatırlıyorum sahanın zemini yüzünden ve ufak bir brainstorming ile bir kaç sakatlık daha hatırlayabiliriz kısa sürede.

5 Ekim 2010

Cimbomum | Dergi

94 yılı... İstanbul'a yeni taşınmış ilkokul 5'e giden bir çocuktuk daha. Galatasaray'ı Pazar akşamları TRT'den takip eden bir çocuk olarak maçları da gündüzleri radyoyu açıp dinlerdim.

Cimbomum dergisi de o zamanlar çıkmıştı, 25 yaş üstü hatırlar rahatça.Her hafta çıkan dergi belki çok kaliteli bir yapım değildi, yazı tarzı gayri-ciddiydi ama o zamanki çocuk ben için tam da olması gerektiği gibiydi.


4 Ekim 2010

Ulan Galatasaray !!!

Bugün okudum bu yazıyı, ekşisözlükten bloom nickli arkadaş paylaşmış zamanında. Bu günlerde böyle yazılara ihtiyaç var bence. 

Hagi'nin hırsı, Kewell'ın yüzündeki gülümseme, ilk yarısını 0-2 önde kapattıkları maçı 3-2 kaybeden Real Madrid'li futbolcuların şaşkınlığı, 5 metreden vurduğu kafayı Taffarel'in nasıl çıkardığını anlamaya çalışan Henry'nin boş gözlerle etrafa bakışıdır Galatasaray. Hagi'nin 30 metreden çatala astığı golün arkasından Sabri Ugan'ın attığı çığlık; Ömer Üründül'ün kupa gelince dudaklarından dökülen "korkunçç bir şeyy" feryadıdır. çıkık omzuna aldırmadan maça devam eden Bülent kaptan'ın inancına; uefa finalindeki son penaltıyı gole çeviren Popescu'nun deparına; Fatih Terim'in gözyaşlarına; Metin Oktay'ın "bizi sevenleri üzmeyelim baba" cümlesine bakmak gerekir ona dair sevginin ne olduğunu; nasıl bir şey olduğunu anlayabilmek için. Kimi zaman Meksika'da bir hapishane duvarında çıkar karşına adı, kimi zaman Ryan Giggs'in kariyerine dair anlattığı bir hikayede ya da Gregory Coupet'in bir röportajında... unutturmaz kendini, unutamazsınız. Türkiye denince Galatasaray gelir aklına dünyadaki bir çok kişinin. Hakan Şükür gelir, Hagi gelir, Popescu gelir, Fatih Terim gelir.

Galatasaraylı olmak, torununa, çocuğuna, arkadaşına, kardeşine anlatacak bir şeylerinin olmasını sağlar. Turgay Şeren'den bahseder eskiler, Coşkun Özarı'dan bahseder, Prekazi'den bahseder, Metin Oktay'ı düşürmez dilinden misal. Şampiyon kulüpler kupası'ndaki yarı finali anlatırlar. efsanevi Manchester maçlarına değinmemek olur mu? onu da yaparlar. ya da Neuchatel maçlarını. Biraz daha yaklaşırsın bugüne, 4 yıl üst üste şampiyonluk ve akabinde hiç yenilgi almadan gelen uefa kupası, süper kupa... 17 mayıs 2000 hani. Türkiye'nin tek yürek olduğu gün. Dünya üçüncüsü olan milli takım'ın ilk 11'indeki 7 futbolcu. Sivas'ta 5-3 biten maçta arda'nın hırsı; Hasan Şaş'ın umudu; Cevat hoca'nın inancı meze olur muhabbetlere.

Galatasaraylı olmak, futbol mevzubahis ise, yılmamayı öğrenmektir. Mamuttur galatasaray zira. 1-2'lik maçı son 10 dakikada 3-2 kaybeden Maldini'li Milan'ın sahadaki "n'oluyor a... k..." duruşudur. 10 kişi kalan takımın mücadelesini gören Arsene Wenger'in yüzündeki endişedir.

Yenilmiyor mu? Yeniliyor. Fark yemiyor mu en büyük rakibinden? yiyor. Adı sanı duyulmamış takıma elenip avrupa'ya veda etmiyor mu? ediyor. ama ne fark eder ki? neyi değiştirebilir tüm bunlar? sevgisini mi eksiltir taraftarının; inancını mı azaltır; daha az bağırmasını mı sağlar tribünde? hiçbiri.. hiçbirini yapamaz. o yüzden galatasaraylılık sadakat ister. sabır ister; her koşulda bağrına basmayı gerektirir takımı. kaypak aşklar gibi günübirlik olmamıştır; ezeldir, ebed olacaktır.


 Kötü günler yaşıyoruz, yaşadıkta zamanında, ilerde de yaşayacağız. Önemli olan, bize düşen görevde bu günlerde Galatasaray'a sahip çıkmak. 

2 Ekim 2010

K.Karabükspor 2 - 1 Galatasaray | Futbol Bunun Neresinde

Zor deplasman dendi, Arda-Baros yoksa takımın yarısı yok dendi, kötü zemin dendi, ne idüğü belirsiz bir hakem dendi, Emenike’yi tutacak Servet kadro dışı dendi, 12 sene önce Hagi’nin golü dendi…
Biz ne dedik? Umut var dedik, Cernat’ı kitlersek Emenike defansın içinde boğulur 5’te 15 yaparak döneriz İstanbul’a dedik.